Dienstag, 31. August 2010

MİHRAC URAL VE BEYLERDERESİ ALÇAKLIĞI

Efendim, arkadaşların anlattığını göre Mihrac Ural’ın son numarası şöyle imiş:
Malum, ben bir dönem İlker’in (Akman) ablasıyla evliydim.
Beylerderesi katliamı olduktan sonra, (26 Ocak 1976'da burada İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş polisle çatışmada hayatlarını kaybetmişlerdi) bu kadın, bana, “Onları sen ihbar ettin! Sen katilsin!” demiş…

Bunun üzerine ben de onu sokağa atmışım!

Ah nerede o günler, nerede o günler kardeşim…
Keşke bana öyle bir şey deseydi…

Ne sokağa atması, kolundan tuttuğum gibi doğru avukata gider ve hemen boşanma davası açardım. Ortaklaşa boşanma davası hem de… İki taraf da istediğine göre dava hemen sonuçlanır.
Böyle bir şey söyledi mi, boşanmadan yan çizemezdi.

Utanmıyor musun sen, kardeşinin katiliyle evli kalmaya, derler adama, değil mi…
Ben zaten ayrılmak istiyordum ama kadın yanaşmıyordu.
O yıllarda da ayrılmak –taraflardan birisi istemiyorsa- hayli zordu. Sonra biraz kolaylaştı.

Kadın kesinlikle ayrılmaya yanaşmadığı gibi, büyük kavgalarımızdan sonra hemen haber yollayıp Yüksel’i bulur –Yüksel’i (Eriş) tanırdı- bizi barıştırmasını isterdi.
Yüksel de gelir, bana, “Sana bu kadınla yapamazsın demiştim ama dinlemedin. Şimdi mecburen çekeceksin. En azından bir süre daha…”
Ben de biliyorum bir süre daha çekmem gerektiğini ama tahammül edemeyip patlıyordum.
Devrimcilikle, siyasilikle hiçbir ilgisi yoktu.
Eskiden öyle gibi görünürmüş, gerçekte hiç ilgisi yoktu.

Neyse, kronolojiye geçeyim…
Nisan 1976’da ben Hacettepe Hastanesi Biyokimya Laboratuarındaki görevimden istifa ettim. Ankara’da kaldığımız ev polis tarafından basılmıştı. (Bunu Acilciler blogunda anlatmıştım). O da bir ay sonra Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki öğretmenlik görevinden istifa etti ve İstanbul’a taşındık. Bakırköy İncirli’de bir ev tuttuk.
Hemen o civardaki bir özel okulda iş buldu.
Sonraki aylarda büyük kavgalarımız oldu.

Eylül 1976’da Deniz doğdu.
Ve o yılın sonunda, Türkiye çapında çıkış yapmaya karar verdiğimiz için ben evden çıktım. Eşyaları bıraktım. Birkaç gereksiz eşyayı da yakınlarda oturan Ali Çakmaklı’nın yeni evlenmiş kardeşine verdim.

Kısa süre sonra da kendisine her türlü ilişkimizin bittiğini anlattım.
Reddetti. Edebilir ama sorun değildi. Ben açıkça konuşmuşum, ötesini kendisi bilir.
Bir evlilik taraflardan birisi için bitmişse, bitmiştir demektir.
“Ama resmen benimle evlisin” demişti.
Güldüm!
Yahu biz TC Anayasasını zor yoluyla değiştirme fiili içine girmişiz (146. maddede böyle yazar). Medeni Kanunu kim takar!
Ben açıkça konuştum mu, önemli olan budur.
Kabul edersin veya etmezsin, artık orası benim sorunum değildir.

Ve efendim, Mihrac Ural adlı zibidiye büyük bombayı patlatıyorum.
Ne büyük bombası yahu, üç büyük bomba patlıyor:

BİR: BU KADIN NEDEN YÜKSEL’E BİR ŞEY SÖYLEMEDİ?
Nedeni basit, çünkü kendisi bana böyle bir ithamda bulunmadı. Keşke bulunsaydı. Kimse ciddiye almazdı, bunu biliyordum. Bana da hemen boşanmak için fırsat çıkardı.

İKİ: 1977 BAŞINA KADAR AYNI EVDE KALDIK. İNSAN KARDEŞİNİN KATİLİYLE BİR YIL AYNI EVDE YAŞAR MI?

VE ÜÇ: SAKLA SAMANI GELİR ZAMANI, DEMİŞLER. ESKİ KAĞITLARIN ARASINDA BOŞANMA KARARIMIZI BULDUM.
MAHKEME İZMİR’DE GÖRÜLÜYOR. HAKİMİN ADI, KARAR NUMARASI, AVUKATIN ADI, HEPSİ VAR…
Kendisi mahkemede bulunmuyor. Avukat tarafından temsil ediliyor.
ŞİMDİ SIKI DURUN:
BOŞANMA DAVASI İÇİN BAŞVURU TARİHİ: 20.12.1982
BOŞANMA KARARI VERİLEN TARİH: 1.11.1983

Demek ki bu kadın, kardeşinin katili olan bendenizle Beylerderesi’nden sonra (1976) altı yıl daha evli kalmış. Yedi yıl sonra da boşanmış.

MİHRAC URAL, NAMUSSUZ KÖPEK HERİF…
BU KARARI AL VE UYGUN BİR YERİNE SOKUVER ARTIK…

Diyeceksiniz ki, ne kızıyorsun yahu…
Herifi öyle bir mahvettiniz ki, ne yapacağını şaşırdı.
Rüyalarında bile “Acaba ne uydursam” diye düşünüp duruyor.
Herifi mahvettiniz ve bir de gırtlağına çöktünüz.
Can havliyle artık bundan her şey beklenir…
Haklısınız gerçi…
Buna köpek bile denmez!

Devrimci Sol’dan bir arkadaşın bana sorduğu soru doğru:
“Silahlı mücadele hareketi olacaksınız bir de… Zamanında içinizden birisi çıkıp şu herife iki tane sıkamadı mı!”
Bilseydik, bilseydik…
Ama iki tane sıkmaktan da beter ettik…