Sonntag, 27. März 2011

NURİ GÜNDEŞ VE İÇİMİZDEKİ HAİN MİHRAC URAL

Sonun başlangıcındayız. Adım adım ilerledik ve yüze yüze kuyruğuna kadar geldik. Doğru yolda olduğumuzu biliyorduk. Yüzlerce yoldaşımızın bugüne kadar anlattıkları, ortada olan belgeler, olayların gelişim seyri vb, bizi hep aynı kapıya çıkartıyordu.
Tedbirsizlik, amatörlük ve bunlara bağlı olarak yaşanan kimi talihsizlikler biryana, 1977 tarihinden başlamak üzere, 1978 ve 1979 darbelerinin nedenleri artık anlaşılmıştır.
Önce Hanefi AVCI, ardından da O.Nuri GÜNDEŞ’in anı kitapları, birçok şeyi yanlış yazmalarına ( veya gizlemeye çalışmalarına) karşın, önemli ip uçlarıyla doludur.
Hanefi Avcı’yı daha önce yazdım. Hanefi AVCI ve Bizim(!) kandırılmış ve ucuza kapatılmış Beşir KANMAZ (Şerif) ın, Silifke olaylarındaki rolü biliniyor.
O.Nuri GÜNDEŞ’in kitap’ında haberim yoktu. Mihrac Ural’dan öğrendim ve hemen Türkiye’yi arayarak bir arkadaştan bu kitabı istedim. İkinci günü, kitapta bizimle (Acilciler’le) ilgili bölümler taranarak ulaştırıldı.
Bir önceki yazımda yazmıştım.’’ Bu kitap’ı okuyunuz, çok ilginç şeylerle karşılaşabilirsiniz’’ demiştim. Yanılmamışım(!) Gerçektende son derece ilginç bilgiler oldugunu gördüm.
İrfan Dayıoglu yazdı ama, bir kere de ben yazmalıyım. İrfan başka açıdan değerlendirdi. Ben, daha geniş bir açıdan bakmak istiyorum.
Fazla söze gerek yok. Önce, yazıyı okumalısınız. MİT İstanbul bölge başkanı, O. Nuri GÜNDEŞ bakın neler yazmış.
‘’AŞIRI SOL ÖRGÜTLERDEN ACİLCİLER OPERASYONU

İstanbul’da Acilciler’in lideri Erkin ERKİNER diye bir şahıstı. Kendisi Kimya Mühendisiydi. Nebil Rahuma ve Mihraç Ural gibi korkusuz militanları mevcuttu. Bu ilegal örgüt ekibi ana merkez olarak İstanbul’u seçmişti.
1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi üzerine THKP-C adına sahip çıkarak faaliyet gösteren gruplar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamışlardı. Bunlardan biride 1973 yılında Yazıcılar, 184’ler, Y grubu gibi isimler alan bir topluluktu. Neticede bunlar birleşip, THKP-C / acilciler adını alan önemli bir örgütü meydana getirdiler.
(Bu boşlukta Yener Orkunoğlu’nun top sakalı fotoğrafı var. Ve altında Engin’in adı soyadı var.)
Bu örgüt, Mihri Belli’nin silahlı devrim stratejisini benimsemişti. Komünist rejmin başlangıcında ana kural olan ve 1917 de Sovyet Rusya’da meydana gelen Bolşevik Halk ayaklanmasını örnek alıyorlardı. Bu stratejiyi gerçekleştirmek için örgütün paraya ihtiyacı vardı. Mihraç Ural Hataylı bir Arap Alevisiydi. Kin ve nefret dolu bir ortamda yetişmişti. Kendilerine özgü sistemlerle silahlı ve gizli bir örgüt olmanın planlarını yapmaya başladılar. Silahlı propaganda dönemi için silahlanmak gerekiyordu. Silah için paraya ihtiyaç vardı. Bunu temin içinde bir banka soymak gerekiyordu. Aralarında bu kararı aldılar. İstanbul’un muhtelif semtlerindeki soyguna elverişli bankaları dolaşmaya başladılar. Soygun için Merter İş Bankasının müsait durumda olduğunu tespit etmişlerdi. Ekip halinde bankaya girerek derinliğine bir inceleme yaptılar. Kaçış yollarını tespit ettiler.
Ankara kadrosundan Hakkı haziran ayı içinde eylemlerde kullanacak bir şoför getirmişti…
Engin Erkiner soygun günü akşamı Cihangirdeki eve gidecek ve orada toplanacaklardı. Belirtilen gün ve saatte yapılan plan gereğince Merter İş Bankası soygunu Muharrem, Ali Nebil ve Mustafa tarafından gerçekleştirildi.
(Bu boşlukta Ali Çakmaklı’nın gençlik fotoğrafı altında Mihraç’ın adı soyadı var.)

Muharrem, Ali, Nebil ve Mustafa paraları saymışlar. Eve gidildiğinde paranın 200.000 TL. olduğunu söylediler. Buradan Mihrac’ın Antakya da ki evine gidildi. Erkiner yanında getirdiği 170.000 Tl. civarındaki parayı malzeme alması için Mihrac’a verdi. Mihrac, orada kaldığı 4-5 gün içinde 400 adet civarında dinamit lokumu, tahminen 150 adet civarında elekt rikli ve normal fünye, 10 kutu 7.65mm. çapında mermi, 8-9 kutu 60’lık, 9’luk, mermi, 2 Adet kalaşnikof marka tüfek, ve bu tüfeğin tahminen 200 adet civarında mermisi temin ederek Engin Erkiner’e teslim etmişti. İstanbul’a döndüklerin de paraları kalmamıştı. Yeni bir soygun için plan yapmayı düşündüler.
TAKSİM AKBANK ŞUBESİNİN SOYULMASI
Planlama için günlerce İstanbul’da dolaştılar. Sonuçta Aksaray ve Taksim semtlerindeki Akbank şubelerinden birini soymak için uygun bir zamanlama ve uygun bir soygun biçimi geliştireceklerdi. MİT İstanbul bölgesi ilgilileri bu soygun kararını önceden haber almıştı ve bu soygun ekibinin hareketleri kontroldeydi ve nihai olarak Akbank Taksim şubesini soymaya karar verdiler. Bütün hazırlıkları tamamlandı. Ertesi sabah soygun yapacak ekip Taksime doğru yola çıktı. Taksime geldiklerinde heyecanları üst seviyedeydi. Bu telaşlı hallerinden belli oluyordu. Tesadüfe bakın ki o sırada Taksimdeki Divan Pastanesinin önünde soygun için karar verdikleri Akbank’ın karşısında bir polis ekip arabası park etmiş duruyordu. Soyguncular bu araçtan ürktüler. O gün soygunu ertelediler. Ama paraya acil ihtiyaçları vardı. Birkaç gün sonra silah için Suriye’den gelen birileriyle Hatay’da buluşacaklardı. Mihraç Ural’ın Hatay’a gidip parayı verip silahları alması lazımdı. Yoksa silah tüccarları bunları sözünde durmamakla suçlayacaklar ve ileriye dönük itibarlarını yitireceklerdi. Ertesi günü ne pahasına olursa olsun artık Akbank soyulmalıydı. Karşı faaliyet Emniyet Müdürlüğü ile koordineli bir biçimde yürütülüyordu. MİT tarafı istihbarat diğer taraf ise icra gücüydüler.
Şükrü Balcı ikinci Şube Müdürlüğü kendisine bağlı olan Emniyet Müdür yardımcısıydı. Genellikle bu gibi örgütlerin faaliyetlerine Emniyet Birinci Şube Müdürü Vural Bey bakardı. Nedense Emniyet Müdürü Nihat Kaner bu görevi ikinci Şubeden sorumlu Müdür yardımcısı Şükrü Balcıya vermişti. Emniyet Midir yardımcısı Şükrü Balcıya soygun yapılmadan bir gün önce soygunun sabah saatlerinde yapılacağı haberi iletilmişti. İstanbul Taksim Akbank şubesi, istihbarat elemanları tarafından kontrol altında tutuluyordu. Kontrol ekipleri dikkatle izleme yapıyorlar, aynı zamanda emniyet güçlerini bekliyorlardı. Ama ne gezer… saat 08.15 oldu, ortada emniyet ekiplerinden eser yoktu. Takip şubesi elemanları, sinirlilik psikozuna girmişlerdi. Soygun ekibi herhalde operasyon dışı başka bir mahalde günlerce soygun eğitimi yapmışlardık(!)(bana ait) soygunu bankaya nasıl adapte edeceklerini biliyorlardı.
Ana kasa odasından, banka içindeki üç lokal kasaya para torbalarının geliş saatini iyi belirlemişlerdi. Soygun ekibi sonradan çalıntı olduğunu tespit edilen açık mavi renkli Renault 12 marka bir araba ile gelip içeri girdiler. Telsizle operasyonun gelişimini İstihbarat Bölge operasyon yönetimi tarafından Emniyet birimlerinin müdahalesi için Şükrü Balcı arandı., kendisine ulaşmak mümkün olmadı. Olay MİT elemanları tarafından izleniyor ve devamlı olarak koordinasyon sağlanıyordu. O sırada Taksimdeki ekipten telsizle haber geldi.
(Bu boşlukta İst. Emn. Md. Şükrü Balcının Fotoğrafı var.)
Kaşla göz arasında soygun gerçekleşmişti. Soyguncular ana kasadan veznedarlara torbalarla dağıtılacak paraları silah zoruyla gasp edip kaçmışlardı. Ankara’nın kesin emri vardı. MİT sadece istihbarat yapmakla yükümlüydü. 12 Mart olaylarında kontrespiyonaj dışında icrayı da içine alan bazı olaylara müdahale ettikleri için hayli problem yaşamıştı. Bu yüzden müdahaleyi polis yapmalıydı. Ekip ne yapacakları hakkında emir bekliyordu kendilerine takibe devam emri verildi. Emniyet ekipleri organize bir biçimde müdahalesi için zaman kazanma ihtiyacı içindeydi. Sabah saat 09.00 da Şükrü Balcı emniyet ekibiyle beraber soygun bölgesine geldi ve hareket merkezini aradı takip ekibinden orada kimse olmadığını kendilerine yanlış bilgi verildiğini sitem edercesine vurguluyordu. Çok iyi bir polisti. Böyle fırsatı boş yere kaçırmanın üzüntüsü içinde güya kabahat teşkilattaymış gibi davranarak kendince teselli yolu bulmaya çalışıyordu. Bu da ona göre doğaldı.
Operasyon hareket merkezinden operasyona başlama zamanının belirlenmesinin çoğu zaman kesin olarak mümkün olamayacağı, sabah denince ekiplerin gün ağarırken operasyon mahallinde karargâh kurmaları belirtildi. Operasyon şefi çalınan paranın saklandığı yerin ve adresin belli olduğunu, şu anda örgüt lideri Engin ERKİNER’in biri erkek diğeri kız, iki arkadaşıyla Şişlide bir restoranda birlikte kuru fasulye ve pilav yediklerini kendisine söyledi.
Şükrü Balcı rahatlamıştı. Telefonun başında “neredeler” diye çığılık atıyordu. Bulundukları restoran tarif edildi, MİT elemanlarında orada lokantanın çevresinde oldukları, kendisine bildirildi.Engin Erkiner ve arkadaşları rahat ve neşeli bir şekilde yemek yiyor ve çaldıkları paraların kullanma yerlerini hayal ediyorlardı. Tam bu sırada polis baskınına uğradılar.
Emniyet ekipleri soyguncuları restorandan aldıktan sonra paranın gizlendiği Cihangirdeki eve gittiler. Para torbaları ele geçirilmişti. Ama ne yazık ki soygun elebaşısı olan Nebil Rahuma ile Mihraç Ural kaçmışlardı.
YENİDEN TOPARLANAN ACİLCİLERİN İSTANBUL SORUMLUSU ALİ FUAT ÇİLER’İN YAKALANIŞI
Konuşarak örgüte ihanet ettiği gerekçesi ile tekrar toparlanma yoluna girdi. Alına istihbarata göre Bursa kanadı Eşber Yağmur, Ankara kanadı Mihraç Ural’ın örgütlediği Acilciler grubu yeniden organizasyon çalışmalarına başladılar. Örgüt içine sızdırılmış eleman kanadı ile tüm hareketleri kontrol altına alınan grubun önemli zarara yönelmelerini önlemek açısından çökertme zamanının hesap edilerek bekleme sürecine girilmiştir. Ali Fuat’ın her türlü faaliyeti tespit edilip bir plan dâhilinde operasyon düğmesine basılmıştır. Acilciler örgütünün İstanbul liderlerinden Ali Fuat ve eşi Mürüvet Çiler, takip ekiplerince kontrol altındaydı. Ama bir ara nerede oldukları tespit edilememişti. Çok az bir da olsa hedef kendini takipten sıyırabiliyordu. Onun için bazen izlemelere ara verilirdi. Ali >Fuat Çiler’in Cerrahpaşa hastanesine gideceği haberi alınmıştı. Bu gidiş bir türlü gerçekleşmemişti. O günlerde İstanbul şehri anarşik faaliyetlerin odağı haline gelmişti. Takip şubesi yetişemez olmuştu. Yeni bir takip ünitesi kurmak zorunda kalınmıştı.
Çare olarak hastanenin karşısında bir yer bulunup oraya yerleşildi.
(Bu boşlukta Ali Fuat Çiler’in fotoğrafı var.)
Buradan izleme daha akıllıcaydı. Böylece personel, araç ve gereçten tasarruf edilecek daha başka faaliyetlere de sıra gelecekti. Ali Fuat hastaneye geldi. Gelişi kadar çıkışı da önemliydi. Çünkü hastanenin birçok kapısı vardı. Diğer kapıların birinden çıkabilirdi.
Hastaneye gelişi kodlu bir şekilde telsizle anons edildi. Yardım ekiplerine ihtiyaç duyulmuştu. Yardıma gelen ekiplerde görev yerinde sıklet merkeziyle kapılarda giriş ve çıkış yerlerinde pozisyon aldılar. Ali Fuat hastaneden çıktı. Aksaray istikametine giden otobüs durağına yöneldi. Çok kısa bir süre sonra belediye otobüs durağına geldi.
Belediye Otobüsüne takip ekibinden iki kişide onunla aynı otobüse bindiler, yakın takibe başladılar. Ayasofya müzesi yakınında otobüsten indi. Sultan Ahmet camisinin yanından ara sokaklardan birine daldı ve bir eve girdi.
Gözetleme ve takip devam ediyordu. Saat tam 18.00 e doğru Ali Fuat evden çıktı, yalnızdı ve huyluydu. Kont Takip yaparak dikkatli bir biçimde bindi. Kadıköy vapur iskelesine geldi, karşıya geçmek için Kadıköy vapuruna bindi. Vapur Haydarpaşa iskelesine de uğruyordu. Ama Ali Fuat Kadıköy’e de gidebilirdi. Her iki iniş iskelesinde de konrol ve izleme ekiplerince hazırlık yapıldı.
Ali Fuat Haydarpaşa iskelesinde indi. Giriş holünde banklar vardı, birçok insan oralarda oturmuşlar, yolcularını bekliyorlardı. Ali Fuat banklardan birine yürüdü, orada gözleri görmeyen beyaz bastonlu zayıf ama uzun boylu biri oturuyordu. Onunla konuşmaya başladı.
Takip elemanları Ali Fuat Çiler’in koluna girip Haydarpaşa gar emniyet amiri Neşet Çoşkun’un odasına götürdüler. Ali Fuat Çiler’in görüştüğü adama dokunulmadı. Hemen izlemeye alındı: Yanında da gençten biri vardı. Her ikisi de vapura binip karşıya geçtiler. Oradan Beyoğlu’na gidip Çiçek Pasajında bir kahveye oturdular. Kör adamın tavırlarından bir lider olduğu tahmin ediliyordu. Bu arada Fuat Çiler emniyet amirinin odasında otururken sandalyenin altına bir banliyö bileti attığı görüldü. Ali Fuat odadan tam çıkış yaptığında sandalyesinin altına attığı banliyö bileti yerden alındı.Bu biletin üzerinde bir telefon numarası, altında ise Bursa yazıyordu.Bursa bölge daire başkanına tefonla bu numaranın kime ait olduğu soruldu. Bu tefonunun Eşber adında iki gözüde birden görmeyen Eşber adlı bir avukata ait olduğu bildirildi. Bu avukat Ali Fuat’ın Haydarpaşa Gar’ında konuştuğu adamdı.
Ali Fuat Çiler gözaltına alınmıştı. Kör Avukat Eşber önem kazanmıştı. Takip ve kontrolü daha etkin bir biçimde sürdürüldü. Avukat Eşber’i Beyoğlu Çiçek pasajında kontrol altında tutan ekip şefine durum iletilmiştir. Ekip şefi ise entresan bir haber vermişti. Kör Avukat görmeyen gözleri ile tavla oynuyordu. Bu olay ekipler arası sanki bulmaca çözümüne dönüşmüştü. Eşber hissi sayesinde mi bu oyunu oynamaktaydı? Bir hayli örgüt elemanı çözülüp ele geçirildi. Bu örgüt elemanlarından Rahuma İstanbul Bahçelievler de polisle çatışmada hayatını kaybetti. Onlar fikir mücadelesi yerine çatışma yolunu seçmişler, mücadeleleri için hedefe ulaşmada soygun dâhil her şeyi mubah saymışlardı. Eşber, Avukat olmasına rağmen bir sürü suçların içine girmiştir. En azından Anayasal düzeni değiştirmek için örgüt kurmaktan arkadaşlarıyla ağır suç işlemişlerdir.
(Burada Nebil Rahuma’nın meşhur fotoğrafı vardır.)
Bu yazı sayfa 280 ile 288 arasında fotoğraflar ile beraber Osman Nuri Gündeşin İHTİLALLERİN VE ANARŞİNİN YAKIN TANIĞI kitabından alıntıdır.’’
Evet, MİT’ci Osman’ın yazdıkları bunlar.
Bizim(!) soytarımız Mihrac URAL bu kitabı okumuş olmalı ki, tamamını değil, bir kısmını almış. Aldığı alıntılarla beni suçlama(!) cesaretini gösteriyor.
Mihrac Ural’ın, kesip kırpmak suretiyle yaptığı alıntıyı da, bir kez daha, olduğu gibi aşağıya aktardıktan sonra asıl konuya gireceğim.
Hatırlayalım, Mihrac Ural ne yazdı?
“MİT İstanbul bölgesi ilgilileri bu soygun kararını önceden haber almıştı ve bu soygun ekibinin hareketleri kontroldeydi ve nihai olarak Akbank Taksim şubesini soymaya karar verdiler… Emniyet Müdür yardımcısı Şükrü BALCI’ya, soygun yapılmadan bir gün önce soygunun sabah saatlerinde yapılacağı haberi iletilmişti… Olay MİT elemanları tarafından izleniyor ve devamlı olarak koordinasyon sağlanıyordu… Operasyon Şefi çalınan paranın saklandığı yeri ve adresinin belli olduğunu, şu anda Engin ERKİNER’in biri erkek diğeri kız, iki arkadaşıyla Şişli’de bir restoranda, kuru fasulye ve pilav yediklerini kendisine söyledi…” ( O.Nuri Öndeş, “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı” s:283-85 )
Mihrac Ural, Nuri Öndeş’in kitapından bu alıntıyı yaptıktan sonra yorumunu da yapmış.
Bakın ne yazmış( !)

‘’ Buradan da anlıyoruz ki, İbrahim Yalçın, adım adım tüm bilgileri MİT’e taşımış. Öndeş’in açıklamaları aynı zamanda uzun zamandır, İbrahim Yalçın’a sorduğumuz ve cevabını vermekten korktuğu “ne zamandan beri MİT’le çalışıyorsun?” sorusunun cevabı da bulunmuş oldu.

İbrahim Yalçın, İtirafçı Engin Erkiner tarafından örgüte sızdırıldığından beri MİT’le çalışmaktadır.

Artık oyun bitti, THKP-C( Acilciler)’e musallat olan köstebek, bir yandan kendi el yazısı itiraflarıyla, diğer yandan şeflerinin açıklamasıyla ahlaksız bir ajan olduğu yeterince gösterilmiş oldu.’’( Mihrac Ural)
GÖZÜNÜZ AYDIN ACİLCİLER… !
Evet, ACİLCİLER’in gözleri aydın olsun. İşte gördünüz. MİT’ci O.Nuri GÜNDEŞ’in anı kitabında, Acilciler’ile ilgili bölümü, noktasına virgülüne dokunmadan oldugu gibi koydum, okudunuz. Bizim soytarı Mihrac URAL’ın da bu bölümden aldıgı alıntıyı da koydum. ( Dikkat ediniz, Mihrac Ural bu alıntıyı oldugu gibi koymamış, neden koymamış? Biraz sonra neden koymamış olduğunu yazacağım) Karşılaştırınız.
Mihrac Ural ne diyor ? Anlaşıldı( !) diyor.’’ İbrahim YALÇIN’ın tüm bilgileri önceden MİT’e verdiği böylece ispatlanmış) oldu’’ diyor
Biz üç senedir ne yazıyorduk ? ‘’1977 agustos darbesinde, takip edildiğimizi, önceden fotograflarımızın çekilmiş oldugunu’’ yazmıyor muyduk ? Yazıyorduk. Sadece biz yazmadık. 1977 Agustos operasyonunda yakalanan tüm yoldaşlar bu olayı biliyorlardı. Fotoğraflarımızı çekildiğini, banka önlerinde, Nebil Rahuma’nın koltugunun altında, kaldırıma düşen MAT marka otomatik silahın şarjör’ünün düştüğü anda, Nebil yoldaş’ın eğilerek bu şarjörü yerden alırken bile resminin çekildiğini yazmadık mı ? Bu operasyonda yakalanan tüm yoldaşlar bu fotoğrafları görmediler mi ? Gördüler.
1977 operasyonunda bilmediğimiz tek bir şey vardı.
TAKİP NE ZAMAN VE NEREDE BAŞLAMIŞTI..?
Evet, bilmediğimiz tek şeyin, takip olayının nerede ve nasıl başlamış olduguydu. O. Nuri GÜNDEŞ’ten bunu ögrendik.
Mihrac Ural’ın yazılarını takip ediniz. Her yazıda bir iz bırakıyor(!) daha önce ne yazmıştı? Dikkatlerden kaçtıysa hatırlatayım. ‘’ Akbank Harbiye Şb soygununa kadar yapılan eylemlerden polis’in hiçbir haberi yoktu’’ demiyor muydu? Akbank Harbiye’den aylar once yapılan Merter soygununun detaylarını O.Nuri Gündeş anlatıyor. Merter eyleminde alınan paralarla Hatay’a, Mihrac Ural’ın yanına gidildiğini anlatıyor ve ilginç olanı da, Mihrac Ural’ın, Engin Erkiner’den aldıgı 175 bin tl karşılıgında verdiği dinamit vb patlayıcıların detayına(!) varıncaya kadar yazıyor.
Burada Mihrac Ural’a bir soru soracagım. Söyle bakalım. O.Nuri GÜNDEŞ bunu nereden biliyor.
Erkan Ulaşan yazmıştı. Mihrac Ural’ın Engin Erkiner’e Hatay’da verdiği dinamit ve diger patlayıcıların, Hatay’da bir dinamit deposunda Hatay’lı yoldaşlar tarafından kamulaştılırdıgını yazmıştı. Mihrac Ural, örgüt üyelerinin kamulaştırdıgı bu patlayıcıları İstanbul örgütüne 175 bin TL karşılıgında SATTI. O zaman, İstanbul örgütüne para karşılıgı verilen bu malzemelerin kaçakcılardan satın alınmak suretiyle temin edildiğini söyleyen ve parayı alan Mihrac Ural’dı. Biz Mihrac Ural’ın örgüt içi ticaret yapan bir hırsız oldugunu yazmamış mıydık ? Yazmıştık. O.Nuri Gündeş Hatay’da Mihrac Ural tarafından İstanbul örgütüne verilen bu dinamit ve diger patlayıcıları detaylarına varıncaya kadar nereden biliyor acaba ?
Sadece bu kadarla kalsa iyi. O.Nuri Gündeş çok açık yazıyor. 1978 operasyonunda ‘örgüt içine sızdırılan muhbir’den haberleri alıyorduk’ diyor.
Mihrac Ural, O. Nuri Özdeş’ten alıntı yaparken bu bölümü neden aktarmıyor? Aktarmıyor çünkü, kıçı açıga çıkacak da o bakımdan aktarmıyor.
Bu örgüt tarihinde yenilen en büyük darbe, Yakalananlar arasında Mihrac Ural’ın da oldugu 1978 darbesidir.
Samsun, İstanbul, Bursa ve Ankara’da devam eden darbenin başlangıcı Hatay’ın SAMANDAG ziraat bankası eylemine kadar gelip dayandıgı biliniyor. Bu operasyonların tamamında toplam 70’e yakın insan tutuklanmıştır.
(İstanbul’da Nebil Rahuma yoldaş da bu operasyonda ele geçirilmiştir.)
Mihrac Ural, neden hep özellikle 1977 Ağustos operasyonunu öne çıkartıyor? Ağustos 77 operasyonu sadece İstanbul’la sınırlı kaldı ve toplam 10 kişi tutuklandı. Tutuklanan kişilerin 6’sı da kısa zamanda bırakıldı.
1978 operasyonu öyle mi? 70’den fazla kişi yakalandı ve bunların pek çogu yıllarca hapis yattı.
O.Nuri Gündeş’ı dikkatle okuyunuz. ALİ FUAT ÇİLER’den uzun uzun bahsediyor. İstanbul sorumlusu olduğunu söylüyor. Eeee sonra ne oldu? Soruyorum. Ali FUAT ÇİLER bu operasyonda ne kadar içerde kaldı? Benim bildiğim Ali Fuat ÇİLER’in, yakalandıktan kısa sure sonra AMASYA cezaevinde benim ziyaretime geldiğidir.
Ali Fuat Çiler, nasıl tahliye oldu? Sahi nasıl tahliye oldu? Ben merak ediyorum.
Mihrac Ural, Ali Fuat Çiler’in ser verip sır vermediğinden(!) bahsetmiyor mu? Evet bahsediyor. İyi de, İrfan Dayıoğlu, kendi evini polise veren kişinin Ali Fuat oldugunu söylemiyor mu? Söylüyor. O halde biz kime inanacağız?
Ser veren ama sır vermeyen(!) Ali Fuat Çiler’in polis ifadesi nerde diye soruyoruz, tık yok. Bre insafsız adam. Ali Fuat Çiler’in yakalanır yakalanmaz bülbül kesildiğini bilmeyen Acilci var mı? Sen kimi kandırmaya çalışıyorsun. Mihrac Ural’ın, Ali Fuat Çiler’i bu kadar göklere çıkartmak istemesinin bir anlamı olmalı.
Düşününüz bakalım. Amaç ne?
O.Nuri Gündeş ne yazıyor? Adamcagız açık yazmıyor mu? ‘’ içlerinden bilgi alıyorduk, ‘’zararlı olacaklarını tahmin eder etmez operasyon yaparak engelliyorduk’’ demek istiyor. 1978 tarihinde ben 9 aydır içerdeydim. Ali Sönmez, Muharrem Kaya, Engin Erkiner içerdeydik. Sahi bu adam kimden bilgi alıyordu. Ali Fuat’ı bir ara kaybetmişler ama, kısa zaman sonra gelen bilgi üzerine yeniden takip etmeye başlamışlar. O.Nuri bunu söylemiyor mu? Söylüyor. Peki Mihrac Ural, O.Nuri’den aktarma yaparken burayı neden yazmıyor dersiniz? Hiçbir art niyet taşımaksızın soruyorum. Neden bu bölümü atlıyor?
Bekleyin daha bitmedi.
O.Nuri GÜNDEŞ denilen MİT’ci, Mihrac Ural’ı Harbiye Akbank eylemine sokuyor(!) ve korkusuz militan(!) diye bahsediyor. (Gündeş, Taksim Akbank diye yazıyor ve yanlış yazıyor.) Mihrac Ural’da hemen orada durumdan vazıfe(!) çıkartarak, sözüm ona mütevazi bir kılıga bürünüp bu benim görevim demek istiyor. Korkusuz(!) oldugunu ima ediyor. Vah vaaah. Ne günlere kaldık.
Kılavuzu O.Nuri GÜNDEŞ olan Mihrac Ural’ın burnu da zaten bu nedenle boktan çıkmıyor ya…
Mihrac Ural’ın Akbank Harbiye eyleminde olmadığını O.Nuri Gündeş bilmiyor mu? Biliyor elbette. Biliyor da, Mihrac’ın yanına Sevgili Nebil’in de adını yazarak ‘’ korkusuz militanlar’’ kaçtı(!) diye küçüçük aklı ile karartma yapıyor.
Çok ilginç ve ilginç oldugu kadar da düşündürücü değil mi?
O.Nuri Gündeş, Ali Fuat Çiler gibi bir adamı uzun uzun anlatıyor ve nasıl takip edildiğini, nasıl yakalandığını anlatıyor ama, Mihrac Ural’ın nasıl ve nerede yakalandıgını yazmıyor.
Ben sorayım. Bir kaç defa sordum cevap alamadım ama bir kere daha sorayım(!)
Mihrac Ural nerede yakalandı?
Mihrac Ural’ı kim ele verdi?
Mihrac Ural nasıl takip edildi?
Mihrac Ural’ın Samsun’da İbrahim Evren’le birlikte yakalandıgını Milliyet gazetesinden belgeledim. O hala Ankara’da yakalandıgını yazıyor. Ben Ankara’da yakalanmadı demedim ki zaten. Ankara’dan once Samsun’da yakalandıgını söylüyorum. Ben söylemiyorum üstelik, Milliyet gazetesinde çıkan haberi yayınlıyorum. Neden tek kelime sesini çıkartıp yalanlayamıyor da her seferinde es geçiyor?
Es geçmek zorundadır. Samsun’da yakalandı. Polisle anlaştı. Acilciler’i ehlileştirmek ve tasfiye etmek için söz verdi. Karşılığında az bir ceza ile kurtulacağı sözünü aldı. İlk iş olarak İstanbul davasında tahliye edildi. Fakat ardından gelen yüze yakın kişinin ifadeleri sonucu kolay kolay çıkamayacagı anlaşıldıgında da, 12 Eylül’den kısa zaman once Adana’da yol verildi.
Niğde Cezaevi cumhuriyet savcısı söylüyor. ‘’Niğde’den Adıyaman cezaevine nasıl ve kim tarafından nakledildiğini sorun’’ diyor. Kime diyor. İstanbul’da kapı komşusu olan eski bir yoldaş’a (M’ye) söylüyor. Daha ne diyecek ki adam(!)
Mihrac Ural yakalandığı zaman Hatay’a (memleketine) götürülmedi. Neden götürülmedi peki? Sorduk. Cevap verdi. ‘’Hatay’da deşifre değildim’’ demedi mi? Dedi. O.Nuri GÜNDEŞ yazıyor işte. Hatay’da Mihrac Ural’dan şu kadar silah ve mühimmat aldılar’’ diyor. Ayrıca deşifre oldugu için Adana’ya geldiğini , Adana’da kaldıkları ev basıldığında da İstanbul’a geçtiklerini sonradan kendisi itiraf da etti. O halde daha nasıl direniyor? Hatay’a götürülmediğini neden izah edemiyor ve hep yalan üstüne yalan söylüyor. Bunun bir anlamı olmalı. Ciddi bir anlamı olmalı.
Son günlerde Hasan GENÇOGLU ile iştigal ediyor. Hasan için Stalin diyor. Tek kelime konuşmayan kahramanımız diyor.
Hasan Gençoglu’nun adını duydum kendisini tanımam. Bir soru soracagım. Hasan GENÇOGLU’nun polis ifadesi var mı?
Gerçekten merak ediyorum. Hasan GENÇOGLU’nun polis ifadesi var mı? Yoksa onun da polis ifadesi Mihrac ve Ali Fuat Çiler’inkiler gibi merkez arşive kalkmış(!) kimseye verilmiyor mu?
O.Nuri GÜNDEŞ’in sözlerinden anlaşıldıgı kadarıyla, içimizdeki şeytan bir değil, birden çok.
Bu bakımdan, Mihrac Ural’ın överek bitiremediği kadim dostları töhmet altındadır.Bu kişilerden Şerif biliniyor. Ali Fuat Çiler için pek çok şey söylemek mümkün. Örnegin,1978 tarihli yakalanması ve sonrası gelişmelerle ilgili neden yalan söylüyor? Neyi niçin gizlemeye çalışıyor? Açık konuşmalıdır. 1978 operasyonunda yakalandıktan kaç ay sonra tahliye oldu? Amasya cezaevine beni ziyarete geldiğini yazıyorum sesini çıkartmıyor. Neyi gizlemek istiyor?1978 den başlamak üzere 10 yıl hapis yattım dediği yazıldı. Bu açık bir yalandır.
Mihrac Ural, yıllarca tek kelime konuşmadığını, direndiğini, ser verdiğini ama sır vermediğini(!) yazdı durdu. 30 sene örgüte yalan söyledi. Takip edildiğini hepimizden sakladı. Bunları neden yaptı?
Mustafa Burgaz, Ankara’da takip edildiklerini Mihrac’ın bildiğini söylerken Mihrac neden inkar ediyor?
Samsun yakalanması açığa çıkar diye mi?
Samsun operasyonunda yakalanan yoldaşlar açık olmalıdırlar. Nasıl yakalandılar? Mihrac Ural gerçegini bilmemeleri imkansız. Neden konuşmuyorlar?
Aynı şey, Bursa operasyonun da yakalanan yoldaşlar için de geçerlidir.
İstanbul’da Nebil Rahuma yoldaş’ın nasıl ve kim tarafından ele verildiği biliniyor. Mihrac Ural gerçeği bu konuda yeteri kadar açıklandı.
Mihrac Ural’ın ‘’ben kimseye pusula yazmadım, o zaman bizde pusula ile haberleşme olmazdı’’ darken, yalan söylediği Mehmet AVAN’ın anlatımlarıyla açıkca tekzip edildi. Mektup ve pusula yazarak insanların takip ettirilmek istendiği konusunda elimizde yeterince bilgi, belge ve anlatım mevcut.
Suriye’den ülkeye dönen yoldaşların gelmeden önce İHBAR EDİLDİKLERİ de çok açık. Bu konuda da net bilgilerimiz var.
Kayseri bölgesinden bir yoldaşın anlatımları bu konuda kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıktır. Suriye’den ülkeye (memleketi kayseri’ye) gelmeden bir gün once, ne zaman geleceğinin Kayseri’de bir MİT görevlisinin eşi tarafından, yoldaşın kız kardeşine, (gelen kişinin kardeşi oldugunu bilmeden )‘’Yarın, Suriye’den buraya bir anarşist geliyormuş’’ demesi, örgütsel durumumuzun ne derece kontrol altında olduğunun en açık göstergesidir.
Mihrac Ural’ın bütün bunları bilmiyor olması mümkün mü?
Önüne gelene MİT’tir, işbirlikcidir, itirafcıdır diye çamur atarak aradan sıyrılmaya çalışması elbette anlaşılıyor. Bunu bilmeyen Acilcinin olmamasına ragmen, bir çok şeyi bildikleri halde susanların, neden susuyor olmaları da düşündürüdcüdür. Düşündürücüdür çünkü, bu arkadaşlarımızın önemli bir bölümü, poliste iyi bir sınav vermediler. Mihrac Ural hakkında konuştukları taktirde, polisteki durumlarının Mihrac tarafından kullanılacağı ve zor duruma düşecekleri kaygısıyla hareket ediyorlar.
Başka bir kısım eski arkadaşlar ise, herşeye ilgisiz olduklarından olsa gerek ‘’ amannn sendeci’’ bir anlayıştan hareket ederek susmayı tercih edenlerdir.
Yanılıyorlar ama kendileri bilirler.
O.Nuri Gündeş konuşuyor. Hanefi AVCI konuşuyor. Ne güzel, yakında tüm MİT’ciler, İt’cilerin daha çok konuşacagı da anlaşılıyor. Hiçbir şey gizli saklı kalmayacak ben buna eminim. Varsın konuşması gerekenler konuşmasınlar. Gün gelecek konuşmak zorunda kalacaklardır. Ugruna (bir zamanlar’da olsa) mücadele ettikleri davanın ihanete ugradıkları kesitlerini, ‘’yeter artık’’ diyerek anlatacakları günlerin uzak olmadığına olan inancımı korumaya devam edecegim.
Mihrac Ural’ın, içimizdeki şeytan oldugunu yazdığım zaman bir çok arkadaş bu sözüme kuşku ile bakmıştı. Şimdi farklı düşünüyorlar. Bir sure sonra daha da farklı düşüneceklerdir. Tekrar tekrar söylüyorum. Yazılanları dikkatle okuyunuz. Mihrac Ural’ın bir değil, birden çok ‘’kırılma noktası ‘’oldugunu göreceklerdir.
Ali HAMAM (Ali Bozca) olayı bunların en önemlileri arasındadır. Ali Hamam’I savunurken(!) ne yazdıgını fark ettiniz mi? ‘’Ali Hamam zavallı bir adamdı diyor’’ ‘’ yakalanırsa bilgi vermemek için üzerinde telefon(!) bile taşımazdı’’ diyor. Düşünebiliyor musunuz. Ali Hamam, 1987 tarihinde tedbir olarak üzerinde telefon(!) bile taşımazmış.
Beyinsiz adam. 1987 tarihin’de Türkiye’de değil, Suriye’de değil, dünyanın neresinde kim üzerinde telefon taşıyordu ki, Ali HAMAM taşısın. O tarihte, üzerinde taşınabilecek telefon mu vardı ki taşımasın. Yazılanları dikkatle okuyun derken bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Mihrac URAL’ı defalarca çağırmamıza ragmen, Komisyon önerimiz’den öcü gibi korkup kaçtıgını ve önerimizi duymamazlıktan geliş nedenlerini şimdi anladınız mı?
Gözünüz aydın Acilciler, biz, hepiniz adına bu soytarıyı çırılçıplak ettik.
Az kaldı ama bitmedi. Bekleyin. kulaklarından tutup önünüze atacagız. Yüzüne tükürmek size düşüyor…

İbrahim Yalçın

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen