Sonntag, 5. Januar 2014

MİHRAC URAL VE MİT İŞBİRLİĞİ

Mihrac Ural’ın 1976 yılında Muhabarat tarafından Antakya’da içimize sızdırılmış bir eleman olduğu, 1978 Mart’ında yakalanmasıyla birlikte MİT ile işbirliğine de girdiği değişik yazılarda ve birden fazla kişi tarafından yeterince açıklanmıştı. Bundan sonra yapılacak açıklamalar, şahitlikler ancak bilineni onaylamak anlamına gelir ya da bilineni daha da güçlendirirdi. Değişik yazılarda da defalarca belirtildiği gibi kilit olay 10 Mart 1978 yakalanmasıydı. Bu operasyon çerçevesinde Samsun, Bursa, İstanbul, Ankara, Antakya ve Niğde’de yüz civarında kadro ve taraftar yakalanmıştı. Başka bir deyişle polis örgütün bir ucundan girmiş öbür ucundan çıkmıştı. Bu operasyonun nasıl olduğu, nasıl bu kadar yaygınlaştığı yıllarca üstü örtülü olarak kaldı. Acilciler tarihinde bölgeler üstü ilk operasyondu. O güne kadarki bütün polis operasyonları belirli bir bölge ile sınırlı kalmış, polis bir bölgeden ötekine atlayamamıştı. Örgüt ilk kez ülke çapında bir operasyonla karşılaşıyordu. Böyle bir operasyonun ancak yakalananlar arasında bulunan, bütün bölgeleri üstüne vazife olmadığı halde dolaşmış bir kişinin varlığı ve polisle işbirliği yapmasıyla mümkün olabileceği daha önce belirtilmişti. Bu durumda tek kişi vardı: Mihrac Ural. Mihrac Ural, Mart 1978 operasyonunda MİT ile işbirliğine girerek bildiği bütün ilişkileri yakalatmıştı. Polis ifadesi de bu işbirliğini gizlemek temelinde kurgulanmıştı, polis ifadesi diye sunduğu metin sahte bir ifadeydi. Bununla ilgili olarak çok sayıda başka kanıtların yanı sıra iki önemli kanıt vardı: Birincisi, Nebil Rahuma’nın yakalanmasıydı. Nebil Rahuma, Mihrac Ural’ın kendisine ilettiği bir pusula üzerine yakalandığını söylüyordu. Mihrac Ural, “o dönemde haberleşme için pusula kullanmazdık” demişti bunun üzerine... Tek ayağı üzerine 40 yalan söyleyen ve böyle de yapmak zorunda olan Mihrac Ural’ın yalanını Mehmet Avan açığa çıkarmış, “Sen bana pusula verip İstanbul’a göndermedin mi, yakalandığım zaman da polis bana o pusulada yazılı olanları tek tek anlatmadı mı?” demiş, Mihrac Ural verecek cevap bulamamıştı. İkincisi, Mihrac Ural Mart 1978 operasyonunda Antakya’ya götürülmemişti. Oraya götürülseydi polisle işbirliği ortaya çıkacaktı, bu nedenle götürülmedi. Hayatında Antakya’yı görmemiş olan kişiler bile bu operasyonda yakalandıklarında bu kente götürüldüler ve Samandağ’daki banka soygunuyla ilişkilerinin olup olmadığı araştırıldı. Mihrac Ural ise götürülmedi. Ne yapsın, uydur bir yalan: “Antakya’da deşifre değildim” dedi. Antakya gibi küçük bir kentte deşifre olmayan mı vardı? Ve dahası, Ocak 1977 eylemleri öncesinde “küçük yerlerde deşifre olanlar bu eylemler sırasında yer değiştirsin” içerikli örgüt talimatı uyarınca yer değiştirip İstanbul’a gelen ve benimle görüşen kendisi değil miydi? Üçüncü güçlü kanıt Eşber Yağmurdereli’den geldi. Bu kanıt bilineni onaylıyor, ona yeni bir boyut daha ekliyordu. Yağmurdereli’nin gözleri görmüyordu ama “eylem planı yapmaktan” yaşam boyu hapis cezası almıştı. Saçma sapan bir ceza! Normalde kendisinin örgüt üyeliği nedeniyle en fazla 15 yıl ceza alması gerekirdi, ama müebbet aldı. Eşber’in hareket içinde sorumlu birisi olduğunu benden ve Mihrac Ural’dan başka bilen yoktu. Ağustos 1977’de yakalandığımda bana ne Eşber’i soran oldu ne de ben bir şey söyledim. Mart 1978 yakalanmasında ise bambaşka bir durum ortaya çıktı. “Yakalandığımın üçüncü günü polis bana, bombaların patladı, dedi.” Mihrac Ural çok kişinin olduğu gibi Eşber’in durumunu da ortaya çıkarmıştı. Eşber Yağmurdereli kendisi hakkında müebbet isteyen savcıya soruyor: “Dosyada bu cezaya uygun bir içerik bulunmuyor. Neye dayanarak bu cezayı istiyorsunuz?” Savcının cevabı açıklayıcıdır: “Dosyada yok ama başka şeyler var!” Savcıdan MİT tarafından gizli tutulması istenen bir elemanı açıklaması beklenemez tabii… Eşber bu nedenle 17 yıl hapis yattı! Mihrac Ural-MİT işbirliği daha sonra da sürer. Mihrac Ural her gittiği cezaevine bildiği tüm ilişkileri çağırır, MİT de izler... Aralık 1979’da örgüt yeniden ülke çapında bir operasyonla karşılaşacaktı. Arada bir noktayı unuttum. Suçlarının ortaya çıkması sonucu yaşanılan paniğin insanı ne duruma düşereceğinin önemli bir örneğidir. Mihrac Ural yakalandığı zaman MİT Marmara Bölge Başkanı olan Osman Nuri Gündeş, emekli olduktan sonra anılarını yazdı. Anılarında Mihrac Ural’ı öven Gündeş, “Acilciler içine elemanlar sızdırdık” diye de yazmıştı. Kendisinden başka herkesi aptal sanan Mihrac Ural, çabuk davranarak internette Gündeş’in kitabından ilgili bölümü yayınladı. Yalan söylemekten başka sermayesi kalmamış bu zat bizim de aynı kitaba bakmayacağımızı sanıyordu. Kitaba baktık ve Gündeş’in yazdıklarından Mihrac Ural ile ilgili bölümün çıkarıldığını gördük. Sadece bu örnek bile Mihrac Ural’ın MİT işbirlikçiliği için yeterli kanıttır. Panik içinde her tarafa saldırarak hedef saptırabileceğini sandı. Tabii ki yapamadı! Son olarak Reyhanlı katliamının önde gelen faillerinden birisi olarak görülen Mihrac Ural için söylenebilecek tek şey var: Umarız bu tip eceliyle ölmez! Banyas’ta öldürülmelerine katıldığı 60 kadar Sünni nedeniyle kellesine para ödülü koyan El Nusra mı yapar; hayat bu, belli mi olur, başkaları mı yapar; orasını bilemeyiz. Engin Erkiner

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen